top of page
Yazarın fotoğrafıArif Antlı

SANATA KENDİNİ ADAMIŞ BİR OYUNCU AKTRİS/OYUNCU/YAZAR SEVTAP ÇAPAN

SANATA KENDİNİ ADAMIŞ BİR OYUNCU

AKTRİS/OYUNCU/YAZAR

SEVTAP ÇAPAN

Bu hafta röportaj konuğum bende tatlı anıları olan geçmişimi an bi an yaşadığım, mazi gözümün önünde canlandı dediğim Oyuncu, Tiyatro Sanatçısı, meziyetleri saymakla bitmeyen on parmağında on marifet Sevgili Sevtap Çapan var. Ben kendisini Çiçek Taksi’den hatırlıyorum. Muhakkak sizin de hayatınızın bir yerinden mazi olarak kalmıştır hayat defterinizde Sevgili Sevtap Hanım.


O, çeyrek asırdır sanatın içinde olan bir aktris, oyuncu, yazar. Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nin İlk mezunlarından. Tiyatro, dizi ve sinema filmi çalışmaları haricinde dublaj yapmakta. Kendi tiyatrosu olan “Tiyatro P.A.S “ın Genel Sanat Yönetmeni. Metin yazarı, köşe yazarı. Samimi, azimli, idealist ve bir o kadar da çalışkan, başarılı ve örnek alınası bir isim. "Memed”, “Kadınım Ulan” ve Fantastik çocuk müzikali türündeki kitabı, “Peri Kız Müzikali” yayımlandı. Hatta Uluslararası 7. Anadolu Tiyatro Ödülleri kapsamında OYÇED “Yılın Yazar Ödülü”nü de getirdi kitaplar. İlk kez boy gösterdiği alanda ‘tescilli bir yazar‘ oldu. Sevgili Sevtap Çapan ile röportajımız sizinle.


Sevtap Çapan kimdir?

Her şeyden önce sanata kendini adamış bir oyuncuyum. “Müjdat Gezen Sanat Merkezi”nin İlk mezunlarındanım. Metin yazarı ve köşe yazarıyım. Kendi tiyatrom olan “Tiyatro P.A.S “ın Genel Sanat Yönetmeniyim. Hâlihazırda dublaj da yapmaktayım. Çalışkan, disiplinli ve idealist biriyim. Aile benim için çok önemlidir keza arkadaşlık da öyle. Doğayı ve hayvanları da sever ve önemserim. Haksızlığa tahammülüm yoktur. Bu konuda çabuk sinirlenirim.

Tiyatroya nasıl ve ne zaman başladınız?

Ortaokul yıllarımda tiyatroyla tanıştım ve oyuncu olmaya karar vererek eğitim aldım. MSM’de son sınıfı okurken, profesyonel sahne hayatıma İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda başladım. 1994 senesinde, Sanat Tarihi ödevimin araştırması için Şehir Tiyatroları kütüphanesine gittim. O sırada dönemin Genel Sanat Yönetmeni Burçin Oraloğlu beni gördü ve odasına çağırttı. Sahneleyeceği yeni oyununda oynayabileceğimi söyledi. Bunun için Şehir Tiyatroları’nın o sene açacağı, oyuncu alma sınavına girmemi istedi. Ben de çok kısa bir sürede sınava hazırlandım, seçildim. Böylece “Savaş ve Barış” oyunundaki “Nataşa Rastova" rolüyle çeyrek asırdır süren profesyonel tiyatro hayatım resmen başlamış oldu.



Kariyerinize bakınca sinema, dizi, tiyatro ve hatta çocuk tiyatrosu gibi birçok türde oyunculuk yaptığınızı görüyoruz. Bu türlerden hangisinde oynamak sizi daha çok mutlu ediyor?

Oyunculuk oyunculuktur bana göre… Dolayısıyla hepsinden büyük mutluluk duyuyorum. Teknik farklılıkların oyunculuğumu renklendirdiğini ve bana olanak sunduğunu biliyorum. Tek bir tarz ya da tek tip bir oyunculuk benim sanat yaklaşımıma uygun değil.



Rol aldığınız oyunlardan ve dizilerden bahseder misiniz biraz?

Öncelikle şunu söylemeliyim, ben çok şanslı bir oyuncuydum. En iyi yönetmenlerle, yapımcılarla, projelerle, partnerlerle çalıştım. Çok iyi roller – başroller oynadım. Tiyatro oyunu olarak; Savaş ve Barış, Romeo Juliet, Tekrar Çal Sam, Çığ, Türkiye Kayası, Bankta İki Kişi ve daha pek çoğu… Çocuk oyunu olarak; Kurşun Askerin Utancı, Haydi Marsa Gidelim, Bir Yıldız Seç Kendine ve birkaçı daha diyeyim. Televizyon dizileri olarak ise elbette başta Kara Melek, Mühürlü Güller, Zeytin Dalı, Affet Beni, Çiçek Taksi ve diğerleri…



Günümüzde çok kabaca iki farklı yapma biçimi öne çıkıyor tiyatroda. Birçok tiyatro sanatçısı bu durumdan hayli muzdarip… Biri içinde ileri teknoloji aydınlatma ve ses sistemleri, gösterişli dekorlar hatta video mapping'ler barındıran çoklu ve büyük prodüksiyonlar. Diğeri kara kutu sahnelerde salt çıplak sahne ve oyuncu bulunan, metni ve performansı öne çıkaran yapımlar. Siz bu ayrımın neresindesiniz bir oyuncu olarak?

Seçilen metne ve metne yaklaşıma uygunluk çerçevesinde oyuncu olarak - seyirci olarak fark etmeksizin, ikisi de kabulümdür. Şunu belirtmeliyim ki; oyuncu olarak iki sahneleme biçiminin tam içindeyim. Kurum tiyatrosunda ve özel tiyatroda çalıştığım için görsele dayalı, ağır dekorlar barındıran prodüksiyonlar içinde yer aldığım gibi sizin tabirinizle ‘kara kutu sahnelerde’ daha minimal tarzdaki sahnelemeyle, metni ve performansı öne çıkaran projelerde de yer alıyorum. Çağımızın dünya tiyatrosu da bu iki şekilde ilerliyor aslında. Sadelik hâkimlik kurmaya çalışırken diğer tarafta teknolojik yaklaşım tahtayı donatıyor. Kalite ve seyir keyfi olarak farkı ise ancak, tiyatronun sanatsal yaklaşımı ve seyircinin seyir zevkleri belirler.


Başka sanat dallarıyla ilginiz ne düzeyde? Sanatta sizi besleyen şeyler neler?

Her sanat dalı ilgimi çekiyor açıkçası. Resim de severim, heykel de… Sanatın ta kendisi insan ruhunun besin kaynağıdır. Size hitap etmediğini sandığınız bir sanat eseri için birkaç söz etmeniz bile beslendiğinizin bir göstergesidir bana göre… Çünkü düşünmeye sevk etmiştir, eleştirmenize ve daha iyisini geliştirmek için hayal etmenize vesile olmuştur. Kısacası sanatta beni besleyen şeyler insana, yaşama dair iyileşme ve gelişme umududur. Hayalin gerçek olabilme ihtimalidir.


Şu an ki tiyatro kalitesi bakımından nasıl buluyorsunuz ülkemizi? Magazinsel gibi görünen tiyatro türleri çıktı ortaya. Açıkçası anlaşılması zor oyunlar basit hissiz. Bunlar için ne dersiniz?

TİYATRO GEREKLİ SAYGIYI GÖRMÜYOR

Ülkemizde pek çok açıdan kalite düşüşü söz konusu maalesef… Tiyatro kalitesi de düşüşte. Milenyum çağına hiç yakışmadığını düşündüğüm bir insan profili ve davranış modeli mevcut. Çağ gelişti, imkânlar genişledi ama insan ilkel içgüdüsüne yenik düşmeye devam ediyor. Dolayısıyla tiyatro sanatı da bu durumdan payına düşeni alıyor. Aslında en önemli şey saygı… Tiyatro gerekli saygıyı görmüyor. Magazin ile sanatı harmanlamaya çalışmak büyük bir yanılgı bana göre… Alt yapısı, genel kültürü, tiyatro bilgisi, sanat zevki zayıf olanın rağbet ettiği veya edeceği türden işler çok sayıda mevcut. Seyirci tiyatro seyretmeye gitmiyor artık. Ekrandaki beğendikleri ünlü kadın ya da adamı yakından görmeye, onunla bir fotoğraf çektirip sosyal medyasında paylaşmaya gidiyor. Üzücü ama bu kadar basit! O tahta bu yaklaşımı hak etmiyor. Sahne er meydanıdır. Ünlülerin resmigeçit yeri değildir.

Sokaktan her geçenin harcı değildir. İki günde şöhret olmuş bir televizyon yıldızının hiç harcı değildir. Bana göre; tiyatro sanatının gücünü zayıflatmanın yolu olarak yaratılmış bir algıdır bu.


Peki, siz neler izlersiniz, neler dinlersiniz, kimleri okuyorsunuz, ne tür filmlerden hoşlanırsınız?

Bana iyi gelecek, vizyonumu geliştirecek her şeyi izler, dinler ve okurum. Önyargım yoktur. Mesela bir oyun için olumsuz eleştiri yapılmış olsa da o oyuna giderim. Film olsun, oyun olsun oyuncu gibi değil habersiz bir seyirci gibi film izler, oyun seyrederim. Kötü denen birçok oyunu iyi bulmuşumdur misal. Klasik müzik, caz, türkü, pop tür ayırmam, hitap edeni dinlerim. Film türü olarak gerilim filmleri, fantastik – bilim kurgu, animasyon ve polisiye türlerinden hoşlanıyorum.


Türkiye’de tiyatro eleştirisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bizde eleştiri kişilere karşı beslenen hislerle yapılıyor. Tiyatro eleştirisi mi desek tiyatro yermesi mi desek bilemiyorum! “X” kişiyi sevmiyor diye yeriyor ‘x’ i ya da yaptığı iş kaliteli olsa dahi yok sayıyor. “Y” kişisi daha az yetenekli ama ‘y’ yi kişisel olarak seviyor diye övüyor da övüyor. Oysa önyargısız, objektif olmalıdır eleştirmen.

Eleştiri olumlu ve olumsuz yönleriyle bir konuyu, eseri iyiye yönlendirmek niyetiyle yapılan bir değerlendirmedir. Türkiye’de ise sadece kötüyü söylemek üzere yapılan bir karalamanın ötesine gidemiyor. Çoğunlukla öznel eleştiri yapılıyor. Bazı eleştirmen denen kişiler, seyredecekleri oyunun metnini okuyarak gidiyorlar oyuna. Yönetmen yorumunu değerlendirme kapasiteleri oluşmadığı için, metinde yer alan her sahne üzerine absürd bir eleştiri yazıyorlar: “Metin de böyle de oyunda böyle değildi.” diye… Ee? Yönetmenin göstermek istediğine hizmet etmemiştir ki böyle değildir. Bunun tartımını yapamıyor. Anladığını sanıyor ama anlamamış olduğunu bile bilmiyor. Yeriyor. Çünkü nesnel eleştiri yapma kabiliyetinden yoksun. Önyargısız olmak ve tiyatro bilgisine sahip olup, o bilgiyi seyir esnasında unutarak yaklaşmak gerekmektedir ki nesnel (objektif) bir eleştiri yapılabilsin. Ben bunu tercih ve tavsiye ediyorum.

Okumayı sevmeyen bir milletiz. İzlemeyi sevmiyorlar da demek doğru mu sizce?

Bilmiyorlar bence. Bilmediğimiz şeyden çekiniriz, sevmiyorum der çıkarız işin içinden. Aslında her şey eğitim ile ilgili. Eğitim sisteminin sağlam kurulu olduğu ülkelerde okuma oranı da seyir oranı da yüksektir. Elbette kişi kendini her ne olursa olsun eğitebilir mi? Eğitebilir. E, bizde o hiç yok. Eğitimden kastım diplomalı olmak değil. Genel kültür ve görgü kuralları, kişisel gelişim, vizyon sahibi olabilmek! Her şeyi kapsayacak bir eğitimden söz ediyorum. Yoksa atasözümüzde olduğu gibi “ Ne kadar okursan oku, eşeklik baki kalır.” Biraz kaba ama Atalarımız söylemiş, ben değil. Ve örneği günümüzde öyle çok ki!


Birlikte oynamaktan en çok keyif aldığınız isimler kimlerdir?

Aslında çok kıymetli isimler var. İlk aklıma gelenleri söyleyebilirim. Alev Oraloğlu, Murat Dal, Hikmet Körmükçü, Esin Umulu, Aydan Şener, Funda İlhan… Daha pek çok isim var dediğim gibi…


Şu an içinde yer aldığınız projelerinizden geniş kapsamı ile bahseder misiniz?

Tiyatro P.A.S olarak tiyatro sahnelerinde ilk kez gerçekleşen “Seri Oyun” yaklaşımını sergiliyoruz. Kurtuluş Savaşının 100. Yılı olma sebebiyle pek uygun düşen aslında dört senedir planladığımız bir proje… İlk serimiz “Ben Serisi – Kurtuluş” tur. Tek kişilik beş oyundan oluşuyor. Kurtuluş Savaşı kahramanlarımızın hayatını konu alan oyunlar. Üçü seyirciyle buluşmaya başladı. “Ben Kara Fatma” “Ben Kazım Karabekir”. Hemen ardından da “Ben Hasan Tahsin”.


Yerli yazar ve kadın yönetmen olmadığı söyleniyor, bu projedeki bir iddiamız da olduğu yönünde. Profesyonel bir ekiple projelerimiz şekillenmektedir. Oyunların organik bağları bu sayede daha güçlü oluşturulmuştur. Dünya ve Türk Tiyatrosunda ilk kez denenen ‘seri oyun’ fikriyle kendi geçmişimize, kahramanlarımıza saygı duruşunda bulunurken, tarihe ışık tutarak, yeni ve özgün metinler kazandırıyoruz.


Sanata dışardan müdahale oluyor mu? Sanata sanatçıya ilgi ve duyarlılık ne durumda ve sizce sanat nasıl gelişir?

Sanata dışarıdan müdahale elbette olabiliyor. Çünkü sanat zihinleri aydınlatan, hayatın idealize edilmiş yansımasının, hayal ile yumuşatılmış hali altında gerçeği ortaya koyuşuyla; eleştirel, politik yapısıyla tehlikeli bulunuyor. Oysa sanat, geçmişi tartıp şu anı irdeleyen, ileriyi gören ve umudu bayrak gibi taşıyıp üreten değerli beyinlerin, dünyayı daha iyi bir yer yapma çabasıdır. Bu yüzden sanatın ve sanatçının önü kesilir. Halkın ilgi ve duyarlılığının oluşumu da engellenmiş olur böylece. Yaşadığımız budur. Yalnız sanat her daim insanlara ulaşmak için yol bulur. Bu nesil olmaz da beş nesil sonrasının ilgi ve sevgisiyle harmanlanır. Sanatın gelişmesi için insanların gelişmesi gerekmiyor açıkçası. Sanat insanlığın en karanlık dönemlerinde altın çağını yaşamıştır. Eksiklik sanata yaklaşımının gelişimindedir. Yoksa sanat acıda, yıkımda, yoksunlukta, aşkta, mutlulukta, hazda, savaşta, barışta vd. daima gelişim göstermektedir. Gelişim göstermeyen toplumlardır. Elbette tüm insanların düzeyi yüksek olsa da sanata yaklaşımda şu anda gelişme olsa.


Hayatını oyunculuğa adamış sanatçıların, canlandırdığı karaktere bürünmesi nasıl bir yaşanmışlık hissi bırakıyor? Etkisinde kaldığınız kahramanlar oldu mu?

Bende bu dedikleriniz olmuyor. Ben oyunlarıma, rollerime gözlemci, araştırmacı bir tutumla yaklaşıyorum. Sağlamalı olarak sistemli çalışan bir oyuncuyum. Bilimsel verilere dayalı bir hazırlığım var. Seçme ve kodlama yoluyla, metne ve role uygunluk prensibiyle ilerliyorum. Dolayısıyla akılcılıktan asla vazgeçmiyorum. Rolün duygusu en üst seviyelerde seyir etse dahi neyi ne için yaptığımın her zaman bilincinde oluyorum. Böylece oyunculuğa yaklaşım biçimim beni, canlandırdığım karakterin - kahramanın etkisi altına girmekten koruyor. Ben oyun boyunca kahramanın elinden tutan; anlaşılması, sevilmesi, bilinmesi için çırpınan, onun kisvesi altındaki asıl kahramanım.


Yazan birisiniz aynı zamanda. Yazabilmek doğuştan gelen bir yetenek midir Sevtap Hanım? Yazdığınız kitabın bitmiş olduğunu nasıl anlıyorsunuz? Bitmesi bir yana, sosyal mecralarda yayınlama kararını verirken, kendi kendinizle hesaplaşırken göz önünde bulundurduğunuz kıstaslar nelerdir?

YETENEK YOKSA HİÇBİR EĞİTİM ONUN YERİNİ DOLDURAMAZ

Her şey öğrenilebilir. Oyunculuk da yazarlık da, şarkı söylemek de… Evet, hepsi sonradan öğrenilebilir; çünkü her sanat dalının, her edebiyat türünün bağlı olduğu kuramları, teknikleri, prensipleri vardır. Lakin hangi sanat alanı olursa olsun sanat, edebiyat dediğimizde bu alanlar için doğuştan gelen yetenek aslolandır. Yetenek yoksa hiçbir eğitim onun yerini dolduramaz.

Hikâyenin sonuna gelindiğinde kitap biter. Konu – Amaç – Tema – Hedef… Giriş – Gelişme – Sonuç üçlüsü. Dramatik kurgu – diyalektik yapı… Tıpkı sizin, röportajınızın bittiğini anlamanız gibi. Her şey belli bir plan dâhilinde olunca son noktayı koymanız gereken yer de bellidir.

Son sorunuz benim için en kolay kısmı; sosyal mecrada yayınlamak artık insanlara ulaştırmanın vakti demektir. O esnada kendi kendimle bir hesaplaşmam yok. Benim hesaplaşmam yazmaya başlamadan ve yazarken sadece…


"Memed”, “KADINIM ULAN” ve Fantastik çocuk müzikali türündeki ilk kitabınız, “Peri Kız Müzikali” yayımlandı.

Ne tür okuyucu kitlesine hitap ediyorsunuz? Müthiş bir kitleniz var. Özellikle kitaplarınız için ilgili dönütler nelerdir? Sizi yazmaya iten önemli bir etken: "kişi, olay veya fikir" var mı?

OYÇED “YILIN YAZAR ÖDÜLÜ”NÜ GETİRDİ KİTAPLARIM

7 yaş üstü okur kitlesi benim hedefimdeki okur kitlesidir. Bireyselliğini oluşturmaya, korumaya, hayatı ve her şeyi sorgulamaya, farklı açıdan bakmaya, gelişmeye, kabul etmeye, değişime ve hayal etmeye açık bir okuyucu kitlesi. Zaten kitaplar da tam bunun için değil midir? Kitaplarımı okuyanlardan olumlu yorumlar geliyor. Yazım dilimin akıcılığı, sözü edilen konunun işleniş biçimi, özgünlüğü, kişi üzerinde uyandırdığı samimi etkisi üzerine pek çok güzel dönüş var. Hatta sadece okur söylemleriyle de kalmadı; bana, Uluslararası 7. Anadolu Tiyatro Ödülleri kapsamında OYÇED “Yılın Yazar Ödülü”nü de getirdi kitaplarım. İlk kez boy gösterdiğim alanda ‘tescilli bir yazar ‘ oldum böylece. Elbette ki yazmaya yeni adım atan biri olmamam bunda etken. Beni yazmaya iten şey ise ‘kişi’,’ olay’ değil de ‘fikir’dir. O da kendi fikrimdir. Ben söyleyecek sözü olan biriyim sadece. Gördüğü yanlışları söylemek isteyen, yapabiliyorsa düzeltmek için çabalayan biriyim. Yazdıklarımdan da bu anlaşılıyor zaten.


Toplumumuzda oyuncu ve yazar olmanın getirdiği bir sorumluluk var mıdır?

OYUNCU HER NE KADAR SUYA YAZI YAZSA DA TARİHİN BİR SÖYLEMCİSİDİR

Elbette var ve olmalıdır. Göz önünde olan herkes toplumdan sorumludur. Hatta göz önünde olmayanlar bile… Oyuncu her ne kadar suya yazı yazsa da tarihin bir söylemcisidir. Yaptığı işlerle ve özel hayatıyla örnek bir yol gösterici olmak için çalışmalı ve önce kendini sonra toplumu aydınlatmalıdır. Bir yazar ise yazdığı eserleriyle, oyuncuya göre daha kalıcıdır. Edebi yaklaşımı, dili kullanımı, sanat görüşü, yaratıcılığı, toplum kültürünün yansımalarıyla, betimlemeleriyle yazım türü ne olursa olsun katkı sunar ve toplumun gelişimi karşısındaki sorumluluğu büyüktür.


Başarıya giden yolda engeller de başarısızlıklar da kaçınılmaz. Böyle anlarda kendinizi nasıl motive ediyorsunuz? Nasıl tekrar tekrar ayağa kalkıyorsunuz?

Kendime inancım ve sanata olan aşkımla… Çünkü ben gerçek bir sanat insanıyım; bunu birilerinin teyit etmesine ihtiyacım yok! Görmezden gelinmek benim en büyük engelim. Sebebini bilmek ise beni motive ediyor. Benim işim bugünün vizyonsuz küçük insanıyla sınırlı değil çünkü. Ben evrensel bir bakış açısıyla yaklaşıyorum hayata, doğaya, insana, dünyaya ve sanata. O yüzden çelmeyi kim takarsa taksın, tekrar tekrar ayağa kalktım ve kalkacağım.


Sanat hayatınızın sonuna geldiğinizde neleri gerçekleştirmiş olmak istersiniz? İleriye dönük kariyer hedefi planlarınız nelerdir?

Sanat hayatının sonu, oyuncunun ölümüyle gerçekleşir. O ana kadar yaptıkları da gerçekleştirmiş olduklarıdır. Bu alışılagelmiş bir meslek değil. Suya yazı yazıyoruz. Dolayısıyla bir oyuncu ne ister ki? Sağlığım, şuurum elverdiği sürece sahnede olmak. İleriye dönük kariyer hedefim için bir planım yok. Ben plan yapsam da ülkemizin sahip olduğu bu yaklaşımla yaptığım planın bir kıymeti yok. Oynuyorum, yazıyorum, yönetiyorum. Sanat hayatımın sonu “Oynadı, yazdı, yönetti” olacak. Biraz karamsar gibi göründüm sanırım; şu an sadece gerçekçiyim. Fantezi yaşımı geçtim.


Sizce başarının sırrı nedir? Emek mi? Şans mı?

Emek! Şans da bir o kadar önemli. Fakat anormal bir zaman diliminde yaşadığımızı düşünürsek bu iki önemli unsur da önemsizmiş gibi. Güçlü ilişkiler, çarpık ilişkiler, çıkar ilişkileri kurarak başarmış görünmek, günümüzün başarı kıstasıdır ve bu bir sır bile değil. Tek üzücü kısmı tarihe gerçek bir başarı gibi not düşülüyor maalesef!


Tiyatro ile ilgilenmek isteyen gençlere, genç yeteneklere neler tavsiye edersiniz?

Tiyatro ile ilgilenmek istiyorlarsa sadece, ilgilensinler. Bir tiyatro sanatçısı olmak istiyorlarsa ilgilenmekle kalmasınlar. İşin mutfağına insinler. İyice öğrensinler. Umutlarını ve hayallerini her koşulda diri tutsunlar.


Şuan gösterimde olan oyununuz ve aktif olan projeleriniz nelerdir? Biz sizi nerelerden takip edip izleyebiliriz?

Şu an oynadığım tek oyun var. Tiyatro P.A.S yapımı “Ben Serisi Kurtuluş” ‘un ilk oyunu olan “Ben Kara Fatma” oyunudur; tabii ki sorumluluğum altında oynanan serinin diğer iki oyunu da aktif. Bu sene çoğu tiyatro gibi biz de sezonu geç ama galamızı yaparak açtık. Oyunlarımızı, Beykoz’da bulunan “Tiyatro P.A.S - Pas Sahne”de ve İstanbul’daki özel tiyatrolar ile Kültür Merkezlerinde seyredebilir seyircilerimiz. Birkaç turne ile başka şehirlerde de oynayacağız ama asıl önümüzdeki sonbaharda tiyatro tekrar canlanacak. Ayrıca yazarlık alanında da çalışmam sürüyor. Yeni kitap yolda… Kitaplarımı okuyarak da fikirlerimin, sanatımın takibini yapabilirler satır satır.


Başarı basamaklarını azimle bir bir çıkan hanımefendiden; okuyucularımız ve başarmak isteyen kadınlarımız bazı tüyolar duymak ister. Son olarak neler söylemek isterdiniz?

Tek gerçeğimiz kendimizdir. Kendimize inanmalıyız. Kendimizden asla vazgeçmemeliyiz. Ama kendimizi dev aynasında görmemeliyiz. Kimseyi küçümsememeliyiz. Hedef koymalı ve kendimize dürüst olmalıyız. Bu hedefin yeteneklerimizle, özelliklerimizle doğru orantıda olduğundan emin olmalıyız. Başarmanın sırrı buradan ve emek harcamaktan geçer.


Gazeteci-Yazar

Aslı M. Sarı

0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


bottom of page