YAZAR ÖZNUR OPÇİN
“YARALI TAŞLAR” ÇIKTI
Bu hafta röportaj konuğum Yazar Öznur Opçin. Bakın çok nadir hissettiğim bir duygu
durumu yaşıyorum bu röportajı kaleme alırken. Her satırı çok kıymetli ve dolu. Yazın
yolculuğunda yürürken bu azim ve gidişat örnek alınmalı. Sizlerden çok fazla talep
alıyorum bize önerilerde bulunun diye. Yaptığım röportajlar ve sayfamda paylaştığım
isimlerin altına imza atmadan çok ince eleyip sık dokuyorum. Kulvarında örnek alınabilecek
en özel isimler sizinle tanışıyor, hayatınızın bir köşesinden yüreklerinize konuk oluyor. Ben
kaliteli, kendi halinde ama şöhreti arka plana atmış kalemleri daha çok seviyor ve
destekliyorum. İhtişamlı görünüp, egolu ve boş olanlar dikkatimi çekmiyor anlıyorum.
Öznur Opçin Diyarbakırlı. İstanbul doğumlu. Tatlımı tatlı iki kız çocuğu annesi. Kitabını
okudum. Yaralı Taşlar, kendisine sığınacak bir yuva arayan Kumsal’ın İstanbul da başlayan,
Diyarbakır da Ayşe ve Furkan ile yollarının kesişmesiyle Diyarbakır şehrinde yaşanan dört
mevsimi anlatan bir hikâye. Bitince kitap özellikle şu soruyu sormak istedim: “Yaralı Taşlar
da karakterlerin çoğu kadın. Ama bildiğimiz aciz, muhtaç kadınlar değiller. Neden karakter
olarak ayakları üzerinde duran güçlü kadınları seçtiniz?
Aslında zaten aciz ve muhtaç kadın yoktur. Kadın doğurandır, yaratım gücü kadının
doğasında vardır. Fakat kadını yardıma muhtaç duruma getiren toplumdur. Peki, ‘toplumu
şekillendiren kimdir?’ Diye sorsam cevabı yine ‘kadın’ olacak. Bilinçli bir toplum istiyorsak,
o toplumu eğip bükecek, ilmek ilmek işleyecek, sevgisiyle sarıp sarmalayacak, sıkıntılarını
silkeleyip asacak, aradaki çürükleri ayıklayacak, elleriyle besleyip, yaşanılır bir hayat
sunacak olan özgür ve mutlu kadınlardır.”ifadelerini kullanan sevgili Öznur Opçin ile
röportajımız sizlerle.
Söyleşimize sizi tanıyarak başlayabilir miyiz kimdir Öznur Opçin? Bir günü nasıl geçer?
Satırlarıma köşesinde, Yaralı Taşlar romanımı konuk eden sevgili Aslı Sarı Hanıma inceliği ve
duyarlılığı için teşekkür ederek başlamak istiyorum.
Ben Öznur Opçin. Takvim yaprakları 04.07.1987 gününü gösterirken, güneşli bir İstanbul
sabahı Üsküdar da Diyarbakırlı anne babanın üçüncü ve son çocukları olarak ilk nefesimi
solumuşum. İnsan ilişkileri kuvvetli, haylaz ve asi ruhlu bir çocuktum. Okulda, mahallede
insanlara yardım etmek için uğraşmayı kendime görev bilir; ezilenin yanında olup haksızlığa
tahammül edemezdim. İşletme fakültesinden mezun olduktan sonra mali müşavirlik
sektöründe çalıştım. İşkur’a bağlı meslek edindirme kurslarında eğitmen olarak görev aldım.
Şimdiki zamanın dilinden konuşmak gerekirse, iki kız çocuğu annesi olarak kendimle birlikte
çocuklarımı büyütmekle meşgulüm. Madem bu dünyaya İnsan olarak geldim, sonradan kazandığım bütün sıfatlarımdan sıyrılıp, insan olmanın erdemini arayan ve ona ulaşmaya
çalışan biriyim.
Bir günümü çocuklarımın meraklı soruları, gülüşmeleri ve arada sırada ağlamaları ile
tüketirken; kendime ayırdığım sürelerde kitaplarım, kâğıtlarım ve kalemimle haşır neşir vakit
geçiriyorum.
Henüz çok yeni olan Yaralı Taşlar’ın okuru bol olsun. Öznur Hanım kitabınızı çıkartmayı ne
zaman ve nasıl düşündünüz?
Teşekkür ederim Aslı Hanım. İnsanların patlama ve sabrının taştığı noktası vardır. Ben kalemi
elime aldığımda o noktaya gelmiştim ve kitabımı çıkarmak için yazmaya başladım. İlk defa
dilimi kendimi dökmek niyetiyle değil, dilsizlerin dili olarak kullanmak istedim. Dosyamı yazıp
bitirdikten sonra demlendirdim ve kendimi hazır hissettiğimde yayınevimle görüştüm.
Kitabınızın ismini belirlerken göz önünde bulundurduğunuz kıstaslar nelerdir? Her hangi
hikâyesi var mı kitap isminizin?
Taşı sert bir zemine vursanıztaş kırılır, aynı taşı bir yere sürterseniztaş ufalanır. Taşın delindiği,
kırıldığı, un ufak olduğu görülmüştür fakat bir taşın yaralandığı görülmemiştir. Tıpkı incinen,
kırılan, duygusal dünyası paramparça olup, yüreğindeki yaralarını göstermeden taşa dönüşen
insanlarımız gibi. Kitabımın karakterleri kalbi kırık insanlardı ve kitabımın mekânı Karacadağ’ın
bazalt taşlarıyla şekillenmiş Diyarbakır şehri olunca isim kendiliğinden oluştu.
Konularınızı nasıl seçiyorsunuz? Konu seçimi tesadüfîmi oluyor ya da hayatta karşılaştığınız
bazı olaylardan mı etkilenip yazıyorsunuz?
TESADÜF DEĞİL TEVAFUK VARDIR
Bana göre tesadüf değil tevafuk vardır. Çocukluğumdan beri karşıma çıkan, beni ruhsal olarak
etkileyen olaylar yazmam için parmaklarımı tetikleyip duruyordu. Ben biriktirmeyi severim.
Hafızamın girdabında eşyalar, mekânlar, olaylar, en önemlisi acılar biriktiririm. Zamanında
‘neden bunlar hep benim başıma geliyor?’ Diye soran sitemli iç sesimin sorularının cevaplarına
ulaştım. Şahit olduğum, gördüğüm ya da yaşadığım her şey yazmam için beni büyüten
olaylarmış anladım.
Yaralı Taşlar roman kitabınızda genel tema ve içerikten biraz bahsedebilir misiniz?
Sevgili Umberto Eco ‘roman yorum üreten bir makinedir.’ Demiş. Yaralı Taşlar romanımda da
okuyucu ne ararsa tema olarak onu bulur. Benim tema olarak söyleyebileceğim ön yargısız bir
kız çocuğunun Diyarbakır izlenimleri olur.
Kendisine sığınacak bir yuva arayan Kumsal’ın İstanbul da başlayan, Diyarbakır da Ayşe ve
Furkan ile yollarının kesişmesiyle Diyarbakır şehrinde yaşanan dört mevsimi anlatan bir hikâye.
Kimsenin okumayacağını bilseydiniz de yazar mıydınız?
OKUNMAYACAĞINI BİLSEM DAHA ÖZGÜR VE CESUR YAZARDIM
Bu soruyu okuduğumda dudaklarım neşeyle kıvrılırken Alejandro Zambra’nın ‘ okumak yüzünü
kapatmaktır. Yazmaksa yüzünü göstermek.’ Sözü aklıma geldi. Ben yıllarca yazdıklarımı
kimselere okutmamak için çırpındım. Gizlice duygularımı yazdığım kâğıtları attım. Zifiri,
kimsesiz gecelerde kalem ve kâğıt benim en yakın dostum oldu. Harf harf mısra mısra dostuma
döktüm içimi. Ruhumda bazen hırçın, bazen üzgün, bazen çaresiz akan bir nehir var. Ben o
mevsimine göre renk değiştiren nehri kâğıt dostuma akıttım. Yani okunmayacağını bilsem daha
özgür ve cesur yazardım desem yeridir.
Ne tür okuyucu kitlesine hitap ediyorsunuz?
Gencinden yaşlısına, zihin işçisinden beden işçisine sınıf ayırt etmeden okuma bilen her tür
okuyucuya hitap ettiğimi düşünüyorum. Eline yıllarca kitap almamış, en son okudukları kitap
ilkokul ders kitapları olan birçok kadının kitabımla birlikte tekrar okumaya başladıklarını
duyuyorum. Bu durum beni çok mutlu ediyor. Amacım hayatın karmaşıklığında kaybolmuş
hayatlara dokunmak. ‘Sanat, sanat için değil, halk için yapılır’ söylemini savunanlardan
olduğum için halkı belli kitlelere ayırmıyorum.
‘Yaralı Taşlar’ ile birlikte güzel bir okur kitlesi yakaladınız bunu yakinen takipteyim. Kitap ile
ilgili size nasıl dönütler yapıldı?
Yaralı Taşlarla ilgili çok güzel yorumlar alıyorum. En çok mutlu olduğum; okuyucularımın
karakterde kendilerini bulmaları. Kendi yaralarını görüyorlar ve kitabı okuduktan sonra kitaba
sarıldıklarını anlatıyorlar. Bir gün mesaj kutuma ‘beni otobüste ağlatmaya hakkınız yok!’ diye
bir mesaj geldi. Mesajı yanlış gönderilmiş diye düşünerek cevaplamadım. Sonra okurum tekrar
mesaj yazdı; Ayşe karakterinde kendisini bulduğunu söylerken; otobüste kitabı okuduğunda
dayanamayıp hüngür hüngür ağladığını yazmıştı. Başka bir okurum ‘bu olayları yaşamadan
nasıl yazabildin hayret!’ Diyerek şaşkınlığını dile getirdi. Genelde ilk romana karşı ön yargılı
olan bazı sağlam okuyuculardan da çok iyi dönüşler aldım. Bir şehri anlatmak çok zordur hele
ki o şehrin yaşayanlarına kitapta yaşadıkları şehri gezdirmek çok daha zor. Diyarbakır halkından
aldığım dönüşlerin bana yaşattığı mutluluğu tarif edemem. Diyarbakırlı okurlarım Kumsal’ı o
kadar çok sahiplenmişler ki Kumsal’ın hayatının devamını bekliyorlar. Türkiye’nin başka
şehirlerinde yaşayan okuyucularım Diyarbakır’ı merak etmeye başladıklarını dile getiriyorlar.
Bende bu yazın meziyetine sonradan kazanıldığına inananlardan değilim. Sizi yazmaya
özendiren şeyler neydi?
OKUMAK VE YAZMAK SANIRIM VAROLUŞ AMACIM
Çocukluğumdan beri konuşurken ahenkli konuşur, bir olayı anlatırken betimlemelerle
süsleyerek hikâye tadında anlatırdım. Düz ve sade konuştuğum duyulmamıştır. Evimizde kitap
ve müzik eksik olmazdı. Dokuz yaşımda şiir yazarak başladım yazın meziyetine. En büyük hobim
ajandama şiir ve şarkı sözleri yazmaktı. Özendiren bir şey olmadı içimden geliyordu ve ben
parmaklarımı durduramıyordum.
Henüz ilkokul öğrencisiyken gördüğüm ve etkisinden sıyrılamadığım rüyamla şairlerin
dünyasına merak saldım ve şairlerin hayatlarını okumaya başladım. Lisede Edebiyat
öğretmenimin teşvikiyle daha çok okumaya yöneldim. Okumak ve yazmak sanırım varoluş
amacım oldu.
Neden şuan revaçta olan şiir, öykü ve deneme değil de roman yazarlığı?
Demlenmesini beklediğim öykülerim, kendimi hazır hissettiğimde gün yüzüne çıkacak şiirlerim,
biraz daha çoğaltıp çocukların keyifle okuyacağı çocuk hikâyelerim ve deneme yazılarım da
mevcut. İkinci romanıma da başladım. Edebiyatın her alanında eserler yazmak istiyorum. Yaralı
Taşlar romanımla kendimi hazır hissettim ve yazın dünyasına ürkek ilk adımımı attım. Diğer
eserlerim zamanı gelince okurlarımla buluşacaktır.
Kendini şiir, öykü ve romandan hangisine daha çok yakın hissediyorsun?
Duygusal durumum ve yazacağım konu hakkında elimdeki verilere göre değişiyor. Şiir yazmak
kelimelerle dans etmek gibidir ve ben dans etmeyi çok seviyorum. Şahit olduğum olayların
detaylarını az biliyor ve alınması gereken ders olduğunu hissediyorsam kalemim öyküye gider.
Roman yazarken yaşananlara, gördüklerime tepki olarak yazıyorum. Demem o ki şiir, öykü ve
roman hayatımın vazgeçilmezleri ve yakinen tanıdıklarım.
Yazmaya başlarken ne hissediyorsunuz, yazarken neler yaşıyorsunuz, nasıl yazıyorsunuz?
Bulutlar ülkesine girdiğim zaman yeryüzünden uzaklaşıyorum. Şeffaf bir balonun içinde
gökyüzüne doğru havalanıyorum. Kuş bakışı yazacaklarımı hayal edip gözlemliyorum.
Bulutların üzerinde yeryüzüne yeni şehirler, yeni evler, yeni mekânlar istediğim gibi karakterler
resmedip önce hayal dünyasında karakterlerimi oynatıyorum. Hayalimde kurgumu
canlandırıp ‘oldu artık’ dediğim an kâğıda döküyorum. Bazı yazarlar sessiz bir ortama çekilip
yazarlar. Benim öyle bir şansım yok, çocuklarımla ilgilenirken zihnim sürekli kurgulamakla
görevli bir makine gibi çalışır. Yazdığım mekânlarda yaşıyormuş gibi hissederim, kurguladığım
her karaktere bürünürüm. Müziğin insan ruhunun üzerinde karşı konulamaz bir etkisi var.
Müzik karakterlerin hırkasını giymemde, onların duygularını hissetmemde çok fazla yardımcım
oluyor. Yazacağım karakterin ruhsal âlemine odaklanıp müzik dinlerken benlik kavramından
uzaklaşıp karakterimle bütünleşiyorum. İçimdeki öfke, sevgi, tutku ve korkular müzik
sayesinde kâğıda dökülebiliyor.
Kurgu senin için ne ifade ediyor?
Benim fikrimce iyi bir yazar dilini bulduktan sonra kurguya odaklanmalıdır. Bir kitabı okutan
yazarın akıcı diliyse okuru sıkmadan okumaya devam ettiren diğer unsur da kurgudur. Dil bir
eserin kalbiyse kurgu o kalbe kan pompalayan damarlardır. Kurguya çok önem veririm çünkü
hikâyeyi ayakta tutan kurgudur.
Peki, bu yolculukta ne zaman ben artık yazarım diyebildiniz? Ya da kendinizi ‘yazar’ olarak
tanımlıyor musunuz?
HİÇBİR ZAMAN KENDİME ‘YAZARIM’ DEMEDİM
Hiçbir zaman kendime ‘yazarım’ demedim, diyemedim sanırım diyemeyeceğimde. Bilginin
sonsuzluğuna inananlardanım. Sonsuz bilgi denizinde kulaç atmadığım çok su var. Kendimde
eksik gördüğüm, tamamlamam ve geliştirmem gereken dağlar kadar unsurlar varken ‘oldum’
demek çok zor. Üstat Yaşar Kemal’in yazarlığı tamamlanmış yazarlar için söylediği ‘edebiyat
kapısının eşiğinden geçti.’ Sözünü benim için yaşayan üstatlarımdan biri dile getirirse bir
ihtimal ‘ucundan yazarlığa demir attım.’ Derim.
Günümüzün gençliğine, ‘bende yazmak istiyorum’ diyen genç yazarlara tavsiye verecek
olsanız bunlar ne olurdu?
Bende hala genç bir yazar adayı olduğum için genç arkadaşlarıma; bende en az sizin kadar
yazmak istiyorum, haydi gelin hep birlikte üstatları okuyalım, hayaller ülkesinde dolaşalım ve
hayallerimizi yazalım. Bakalım neler çıkartabileceğiz ortaya. Okuyalım okuyalım, hayal edelim
ve çok yazalım.
Röportaj: Aslı M. Sarı
Comments